19. yy. da, bestecilerin geniş hayal güçleri ve yaratıcılıkları, çalıcıların yüksek teknik kapasiteleri, piyano yapımcılarının zekice fikirleri yeni sorunlar üretmiş ve salt parmak tekniğine dayalı eski ekol, bu sorunları çözmekten uzak kalmıştır. Eğitim anlayışlarının çağın gerisinde kalmasına rağmen, bu dönemde, oldukça fazla piyanistin yetiştiği de görülmektedir. Kochevitsky (1967:8) bu çelişkiyi şöyle açıklamaktadır:

“Pedagoji ve psikoloji anlayışlarının geri kalmasına rağmen, bu dönemde de büyük piyanistler yetişebilmiş, yetenek ve deha, öğretmen öğrenciye uygun olmayan yöntemler öğretse de, kendi yolunu bulmuş ve sıyrılmıştır. Gerçek yeteneğe sahip öğrenci, deneme yanılma yoluyla kendine en uygun tekniği bulmuş ve önüne çıkan engelleri aşabilmiştir”.

19. yy.’ın ikinci yarısında, piyanistlik açısından, eski ekolün katı dogmalarıyla modern anlayışın pratik gerekleri arasındaki çelişkiler gözle görülür hale gelmiştir. Konser salonlarında piyanistler, öğretmenlerinin gösterdiklerinden daha farklı tekniklerle çalmaya başlamışlardır. Eski anlayışlara bağlı eğitimciler ise, kendi ulaştıkları yüksek seviyeleri örnek göstererek, yeni anlayışların gereksizliğini savunmuşlardı.

Çalgının gerektirdiği yeni tekniklere adapte olunamaması, beraberinde fiziksel sorunlara da yol açmıştır. Teknik açıdan akrobatlara dönüştürülmüş öğrenciler, müzik yetenekleri çok güçlü değilse, yaratıcı müzikal ifadeyi ortaya çıkartmakta zorlanmışlardır. En kötü örneklerde, doğal yapısına aykırı olarak çalan ve gerilen parmak kasları, gerginlik ve kasılma yaratmış, bu da, sakatlanmalara ve rahatsızlıklara yol açmıştır.

19. yy.’da Parmak Ekolü’nün mekanik prensipleri, müzisyenler ve eğitimciler arasında çok popüler olsa da, piyano pedagojisinde yeni fikirler arayan müzisyenler de bulunmaktaydı. Eğitimciliğinin ilk yıllarında Logier’in Chiroplast aletini kullanacak kadar mekanik prensiplere bağlı olmasına rağmen, piyanist Friedrich Wieck, daha sonraları müzikal içeriğe ve ton kalitesine önem vermiş, öğrencilerine işitmeyi ön plana almalarını öğütlemiştir. Öğrencilerine, sanatsal değeri olmayan eser ya da etütlerden uzak durmalarını söylemiş; başlangıç öğrencilerine bir yıl kadar nota eğitimi vermemiş, bu sürede işitmelerini geliştirmiş ve müzikal aktivitelere onları hazırlamıştır. Bu, o dönem için oldukça ileri görüşlü bir yaklaşımdır.

Piyano tarihinin en önemli bestecilerinden olan Frederic Chopin (1810 – 1849), eğitime fazla eğilmemesine rağmen, ortaya koyduğu fikirlerle gerek çalma tekniklerini, gerek de piyano eğitimini etkilemiştir. Piyano klavyesine geleneksel yaklaşım olan “do majör ton”la başlangıcı reddetmiş, en doğal ve uygun pozisyonun, uzun parmakların kısa (siyah) tuşlara, kısa parmakların da uzun (beyaz) tuşlara konduğu “si majör ton” olduğunu belirtmiştir. Chopin’e göre öğrenci, gam çalışmalarına si majör tonla başlamalıdır; beş parmak alıştırmaları ve gamlar, öncelikle, farklı derecelerdeki non-legato tuşeyle çalışılmalı, bu yapıldıktan sonra legatoya geçilmelidir.

Chopin, geleneksel yaklaşıma katılmayarak elin, bileğin, ön kolun ve kolun uyumlu biçimde kullanılması gerektiğini söylemiştir. Gam çalınırken piyanistin kolunu gam boyunca yatay olarak hareket ettirmesi gerektiğini düşünmüş, pasajlarda, arpejlerde ve gamlarda baş parmak geçişleri yapılırken elin döndürülmemesi gerektiğini savunmuştur. Bestelerinde kullandığı yeni teknik yapılar, kolun yatay olarak hareketinin yanı sıra, bileğin de aktif katkısını gerektirmektedir

Müzikal içerik ve kalite, Chopin’in öncelikleri arasındadır:

“Chopin, farklı tuşeler öğretiyor, legato ve cantabile’ye özel önem veriyordu. Cümleleme ve legato için “o daha iki notayı bile birbirine bağlayamıyor” dediğinde, bu en büyük eleştirilerinden biri olurdu. Piyanoyu şarkı söyler gibi çalabilmek için, öğrenciler iyi şancıları dinlemeliydiler” (Sykora 1973:107).

Chopin’e benzer biçimde, eğitime çok fazla eğilmemiş, ancak, piyano tekniği ve öğrenme yöntemleri üstüne yazdıklarıyla müzisyenleri ve eğitimcileri doğrudan etkilemiş bir başka besteci de Robert Schumann’dır (1810 – 1856). Geleneksel ekolün mekanik prensiplerinden uzaklaşmayı tavsiye eden Schumann’a göre, her gün sürekli ve uzun saatler boyunca yapılan gam ve alıştırmalar, güzel konuşmak için alfabeyi her gün saatlerce tekrarlamaya benzer ve gereksiz bir uğraştır. İçinde farklı teknik güçlükler olan karmaşık bir besteyi çalışmak, bundan daha iyi bir teknik çalışma olabilir.

Schumann’ın düşüncesine göre bir müzisyenin en önemli özelliği, kendi çaldığını dinleyebilmesidir. Piyaniste, eseri çalmadan önce, içeriğini zihninde çalışmasını önermektedir. Ona göre bu çalışma, ölçü ölçü besteyle mücadele etmekten çok daha verimlidir. Müzisyen, eseri zihninde tam olarak duymadan çalışmaya başlamamalıdır. Parmaklar beynin istemlerini yerine getirmelidir; bunun tam tersi, yanlış sonuçlar doğurur.

19. yy.’ın en önemli piyano virtüozlerinden Franz Liszt (1811 – 1886), tekniğin, alıştırmaların içeriğine değil, alıştırma yapma tekniğine bağlı olduğunu savunmuştur. Piyano tekniğini analiz ederek tüm problemleri birkaç temel formüle indirgemiştir. Bu temel formüller üzerinde uzmanlaşan bir piyanistin, belirli düzenlemeler yaptıktan sonra, piyano için yazılmış her eseri çalabileceğini iddia etmiştir. Schuman’a ve Chopin’e benzer biçimde bir müzisyenin ilk ödevinin dinlemeyi öğrenmek olduğunu savunan Liszt’e göre, müzisyenin gerçek tekniğe sahip olabilmesi için, vücudunu ve parmaklarını kulaklarıyla bütünleştirebilmesi gerekmektedir.

Bilimsel verilerden yoksun olmakla birlikte, günümüzün anlayışlarına 19. yy. sonlarında yaklaşabilmiş Alman orkestra şefi ve piyano eğitimcisi Ludwig Deppe, dönemin en radikal fikirlerini seslendirmiştir. 1885 yılında yazdığı makalelerde, sesin elde edilişinin, sadece parmağın vuruşuyla değil, kolun tüm bölgelerinin koordineli hareketiyle gerçekleştirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Bu, elin ve parmakların daha zayıf olan kaslarına doğal olmayan şekilde aşırı yükün binmesini engellemektedir. Bilimsel kanıtlara sahip olmamasına rağmen Deppe, sezgileriyle, piyano tekniğinde ve pedagojisinde yeni bir fikre imza atmıştır. Piyano çalımında parmakların oynadığı büyük rolü gözardı etmemekle beraber, eski ekolün savunduğu bağımsız parmaklar fikrine karşı çıkmış ve piyanistin ellerini ve kollarını serbest olarak kullanması gerektiğini savunmuştur. Eğer, el ve parmaklar kolun serbest hareketleriyle desteklenirse, efor, omuzdan parmak uçlarına kadar dengeli bir biçimde dağıtılabilir. Ona göre kol, bilek ve parmaklar, makinanın parçaları gibi, mükemmel bir uyum içerisinde çalışmalıdırlar. Deppe, yuvarlak ve muntazam hareketleri önermiştir, ön kolun ve üst kolun yuvarlak hareketler yapmasını söylemiş, bileklerin rahatlatılmasını istemiştir. Beyinden parmak uçlarına kadar zihinsel bir rotadan bahsetmiş, parmaklar ve ellerle beraber, zihnin de alıştırma yapması gerektiğini savunmuştur.

Deppe’nin önsezileriyle yaklaştığı sonuçlar, bilimsel verilerle, sonraki yıllarda kanıtlanmıştır:

“Fizyoloji biliminin verileri ışığında Deppe’nin fikirlerinin doğruluğu onaylanmıştır. Bir piyanist, elin en zayıf kaslarına bütün işi yaptırır ve daha güçlü kas gruplarını dışarıda bırakırsa, meslek hastalıkları oluşur. Parmak ve kol kaslarının, sadece, hızlı ve amaca uygun omuz hareketleriyle desteklenmeleri sayesinde düzgün hareket edebilecekleri bilinmektedir. Bir başka bulgu da, yuvarlak sürekli hareketlerin, açılı düz çizgisel hareketlere göre daha ekonomik oluşudur” (Kochevitsky 1967:9).

Takip eden yıllarda, Deppe’nin devrimsel nitelikli buluşları, öncelikle kendi takipçileri ve öğrencileri tarafıdan deforme edilmiş, onun ton kalitesi ve parmak hissine verdiği önem gözardı edilerek sadece, hareketsel konularda söylediklerine ilgi gösterilmiştir.

Yukarıda aktarılan bilgiler ışığında, 19. yy. piyano eğitimi ile ilgili olarak, dönemlerine göre daha ileri fikirlerle hareket eden piyanist ve eğitimcilerin yeni fikirler ortaya sürdükleri görülmektedir. Temel düşünce, Parmak Ekolü’nün katı mekanik kurallarından sıyrılıp, teknik gelişmeyi müzikle birlikte ele almaktır. Piyanistik gelişme, sadece parmaklarla değil, kolun tümünün hareketleriyle beraber sağlanabilir. Daha sonra gelecek eğitim anlayışlarına temel sağlayan en önemli fikirler Deppe tarafından ileri sürülmüş, fiziksel konuların yanında ilk kez bir eğitimci, zihinsel alıştırmaların önemini ısrarla vurgulamıştır.