“Ruhlar nesnelere benzer.
Niçin bütüncül kalsın, tek bir biçime sadık kalsın,
özgür olmak varken?”
1970’ler çılgın ve yoğun bir on yıldı. New York, geleneksel yaşamı hazcılık lehine reddeden kendini ifade etmede yetenekli bireyler için bir mıknatıs olarak biliniyordu. New York sahnesindeki en renkli karakterlerden biri de elbette ki resim sanatçısı Jean-Michel Basquiat olacaktı.
Porto Rico’lu bir annenin ve Haiti’li bir babanın çocuğu olarak 22 Aralık 1960’ta Brooklyn’de dünyaya gelen Basquiat’ın sanata yönelmesinde en büyük destekçisi ise annesi oldu. Yedi yaşındayken geçirdiği bir kaza yüzünden hastanede kaldığı süre zarfı içerisinde, annesinin dikkatini dağıtması için verdiği “Gray’s Anathomy” isimli Anatomi kitabı, ilerleyen dönemlerde Basquiat’ın sanatını oldukça yoğun bir şekilde etkileyecektir…
Ancak talih bu süreçte Basquiat’ın yanında olmayacaktır… Annesinin akıl sağlığı yerinde olmadığından, er ya da geç bir akıl hastanesine yatmak zorunda kaldı ve bunun da etkisi ile zorlu bir çocukluk geçiren Jean Michel ise uyum sağlayamadığı okulundan 17 yaşında ayrılarak sokaklarda yaşamaya başladı.
Resim Sokaklarda
Sokak kültüründe kavrulduğu süreçte Tompkins Meydanı’nda bir kutu içinde yaşamış olması onu bir bakıma modern zamanların Diyojen’i kıldı…
Sokaklardaki serüveniyle birlikte “Bu şehir beni mahvediyor” diye betimlediği New York sokaklarında SAMO karakterini yarattı. Yetenekli çocukların okuduğu ve deneysel bir eğitim kurumu olan City-As-School’da tanıştığı ekürisi Al Diaz ile yarattığı karakter SAMO, “Same Old Shit”:ile bu ikili sokak kurallarını duvarlara işlemeye başlamıştı bile. Çıkmaz sokakların duvarlarında karşılaşabileceğiniz hicivli graffitiler ile filizlendi Basquiat’ın sanatı.
Basquiat, yolculuğunun henüz başlarındayken, dönemin birçok sanatçısı gibi ürettiği sanat eserleri ile kalacak yeri karşılamaya çalışıyordu. Yaptığı resimlerin kimi mal sahipleri tarafından belli bir süreliğine kira bedeli olarak duvarlarda sergilenmesine karşılık bu süre boyunca barınabileceği bir odaya sahip oluyordu.
Henüz sokaklarda yaşadığı ve ünlü olmadığı dönemlerde tesadüfi bir karşılaşması ise hayatını değiştirecek adımları peş peşe sıralayacaktı.
Bir gün bir sokakta tesadüfen denk geldiği Warhol’u takip ederek, onun da olduğu restorana doğru endişeli adımlarla ilerledi Basquiat ve cesaretini toplayarak gözü pek bir şekilde yaptığı kartpostalları Warhol’a satmak istedi… Warhol, bu kartpostalları çok beğendi hatta birkaç tane de satın aldı fakat Warhol bu esanada, birkaç yıl içinde kendisinin en yakın arkadaşı ve aynı zamanda en büyük rakiplerinden biri olacak Jean Michel Basquiat ile konuştuğundan bihaberdi.
Sanat eleştirmeni Rene Richard’ın New York’taki bir partide sanatçının tesadüfen orada bıraktığı bir eserinden büyülenmesiyle bir sanatçı olarak keşfi gerçekleşti. Uzun zamandır arzuladığı bu keşfin hayali ise sanatının yalnızca doğru zamanda, doğru yerde, doğru insan ile karşılaşmasıyla gerçek oldu ve Basquiat, Rene Richard’ın yardımıyla 80’ler Amerika’sının sanat camiasında bir yıldız gibi parlamaya başladı…
Dönemin Sanat Anlayışı
Bu noktada, dönemin sanat camiasına kısaca değinmemiz, Basquiat’ın önemini anlamamızda bizlere büyük kolaylık sağlayacaktır…80’ler Amerika’sında, sanatın yalnızca sanat hamileri için üretimine karşı çıkarak ‘yaratım’ sürecine önem verilen akımlar ortaya çıkmışsa da eninde sonunda varılan nokta yine karşı çıktıkları ideolojinin kendisi olmuştu. Dönemin sanat üretimi ülkenin zengin ailelerinin duvarlarını süslüyordu ve bu algı, o günden bugüne neredeyse değişmedi. Dönemin bariz belirgin özelliklerinden biri de yeni anlayış arayışıydı…
Temelde Klasik Yunan sanatına dayanan bir sanat döngüsünün de ötesinde, yeni bir şeylerin, özgün üretimin arayışına girmişlerdi.
Patti Smith, William Burroughs, Bob Dylan ve nicelerinin en parlak dönemlerinden bahsediyoruz burada. Sanatçılar birbirlerinin sergi açılışlarına, konserlerine ya da gösterilerine gitmenin de ötesinde kimi kafe ve barlarda bir araya geliyor, sanat ve felsefe üzerine hararetli sohbetler yapıyor ve birbirlerini ideolojik ve sanatsal bağlamda etkilemekten de geri kalmıyorlardı.
Basquiat, Ekim 1982’de sanat simsarı Bruno Bischofberger aracılığıyla yakın ilişkiler kurma şansı elde ettiği ve kendisinden o dönemlerde oldukça fazla söz ettiren Andy Warhol ile tanıştırılma fırsatı yakalamıştı. Bischofberger, Basquiat’ı Warhol’un fabrikasına götürdü ve birkaç polaroid çekiminin ardından Basquiat atölyesine geri döndü. Sanatçı, aynı gün içinde atölyesine döndükten sonra yaptığı bir resmi yeniden Warhol’a götürdü ve bu kadar sosyalliğe rağmen bu resimleri yapacak zamanı nasıl bulduğu ile ilgili soruları cevaplamış oldu.
Basquiat’ın hızı, Warhol’u kıskandırmıştı fakat tabi ki Warhol’un tek kıskançlığı bu değildi. Warhol’a göre, Basquiat dönemin en iyi ressamlarındandı.
Warhol ile Basquiat arasındaki fikir dostluğu ise dönemin medyası tarafından “Andy Warhol, Basquiat’ı sanatı için kullanıyor” şeklinde yansıtıldığından ikilinin arası oldukça açılmıştı. Ne var ki Warhol – Basquiat dostluğuna ürkütücü bir soğukluğun hâkim olduğu bu dönemde Warhol’un ölümü sanatçıyı oldukça derinden etkilemiş ve hem aynı sanat camiasını paylaştığı hem sanatından ilham aldığı hem de yakın dostluk kurduğu arkadaşını kaybetmesi Basquiat’ı başladığı yere geri dönmeye itmişti.
İçinde yaşadığı dönüşümlü ruh hallerini sanatına yansıtma konusunda oldukça başarılı bir sanatçıydı Jean Michel… Öyle ki otoportrelerindeki karmaşık ruh halleri resimlerinin algılanmasında izleyiciye zorluk çıkartıyordu. Hırslı ve kızgın görünen bir adamın gözlerinde şimdi, kızgın olduğu kadar kırgın ve buruk bir adam görebilirdiniz. Resimlerinin bir Rönesans tablosu gibi geleneksel donelerden oluşmaması, Basquiat ile ilgilenenleri resimlerinin sembolizmini çözmeye mecbur bırakmıştı adeta…
Sanatı, alışılagelenin dışında nitelikleriyle adlandırılma konusunda çeşitli tartışmalara sebep olmuştu. Resimlerinde kompozisyonu değerlendirişi, sanatının başlangıç evresini oluşturan graffiti temelli kurguya dayandırılırken kullandığı figürlerin primitif olarak adlandırılan kaya resimlerinde rastladığımız en ilkel resim örnekleri ile benzeşmesi ise Haiti ve Porto Rico’ya dayanan kökeni ile bağdaştırılırdı.
Birbirinin tekrarı olacak şekilde, üst üste yaptığı boyama teknikleri gibi nitelikleri ise kent duvarlarında üst üste yapıştırılmış afişleri anımsatıyordu. Bu durum onun sanatını değerli kılan unsurlardan biriydi zira bu primitif sanatı anımsatan tarzını, New York gibi bir metropolün benliği ile bütünleştirebilmesi ilgi çekmişti.
Cazdan tutun, Afro-Amerikan olgulara, çizgi karakterlere, siyahi sporcuların ‘Amerikan’ tadında para ve ticaret sembolleri katına yükselmesine dek her şeye referans görülebilen bu özgün yaratım, Neo-Primitif gibi kategorilere indirgenmeye çalışılmıştı. Basquiat’ın sanatında yazı ve kelimeleri, resim sanatının bir parçası haline getirmesi oldukça ilgi çekmişti çünkü yeni bir şeydi bu, merak edilen bir şeydi.
New York duvarlarındaki hicivli graffitilerin yaratıcısı olmasının öğrenilişinin ardından dünya medyasının şimdi yeni bir görevi vardı: Tüm dünyaya tanıttıkları SAMO’yu kalemlerinden dökülen mürekkeplerde boğmak. Çünkü fırçayı tutma konusunda dahi becerisi olmayan ve eğitim almamış siyahi bir sanatçının yaşamı bu kadar ederdi onlara göre…
Bir röportaj sırasında Basquiat kendisine sorulan “Kendini bir ressam olarak mı görüyorsun yoksa siyahi bir ressam mı?” sorusuna “Ben onlarca renk kullanıyorum, yalnızca siyah değil.” Diye cevap vermişti.
Basquiat, bu hengâmede popülaritenin yükünü sırtlanabilenlerden olamadı. Bunun sebebi ise, hızlı bir şekilde giriş yaptığı bu ‘entelektüel’ çevrenin aslında sanatın imgesel yönü hariç tüm nesnel ve ticari nitelikleriyle ilgileniyor olmasıydı.
Bir sanatçıyı, sanatından vazgeçirecek kadar güçlülerdi ve hiç durmadılar. Toplumu Jean Michel Basquiat ile tanıştırarak bir hayali gerçeğe dönüştürenler, onun üst üste dizdiği tüm taşları tek hamlede yıkmaktan hiç çekinmediler. Tüm bunlar sekiz yıl boyunca yaşandı ve bunu takip eden iki yılda unutuldular. Özgün nitelikleriyle hiçbir kaba sığdırılamayan sanatçı Jean Michel Basquiat, adeta bir yıldırım misali varlığını hissettirdi ve birden yok oldu sanat camiasında.
Basquiat, bu anlamda bir jenerasyonun Deja Vu’sudur.
Daha fazla kültür sanat haberlerine ulaşmak için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz. Ayrıca kurslarımız hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bizi 0507 95 96 333 numaralı telefonumuzu arayabilir ya da mesaj bırakabilirsiniz.
Aynı zamanda msn@erturgutsanatmerkezi.com mail adresimizden de bize ulaşıp hemen geri dönüş ile aklınızdaki soru işaretlerini giderebilirsiniz. Mutlu, sağlıklı, sanat dolu günler dileriz.