İlklerin kadını: Semiha Berksoy

“Sanatın yaşı yok, 90’da da, 9 yaşında da olur. Bu ruhi bir mesele. Ve bu aşk, merak beni genç ve enerjik tutuyor. Çünkü beni sevindiriyor. Âşık olmak da insanı sevindirir.”

“İlklerin kadını” “Primadonna” olarak bilinen, sanatı uluslararası camiada hayranlıkla karşılanan, Cumhuriyet dönemi sanatının sembol isimlerinden Semiha Berksoy…

Ankara Devlet Operası baş artisti, yüksek dramatik soprano, ressam ve aynı zamanda bir tiyatro sanatçısı olan Semiha Berksoy, sanat hayatını yapmış olduğu portrelerle ve yazmış olduğu sürrealist hikâyelerle yansıtmayı ustalıkla başarabilmiştir… O, Türkiye’nin ilk opera sanatçısı, Avrupa’da sahneye çıkan ilk Türk primadonnadır.

Resimleri Paris, İstanbul, Ankara, New York ve Venedik,’te sergilenir ve bu hususta pek çok ödül de kazanır. *Ayrıca “Mezardan Gelen Mektup” (1935) adlı hikâyesi de vardır. Ruhu hep canlıdır. İçinde bitmeyen sanat aşkı taşır. Ona göre ne insanın ne sanatın yaşı vardır…

İlk Türk Kadın Opera Sanatçısı

“İlklerin kadını” Berksoy, ressam Fatma Saime Hanım ile şair Ziya Cenap Berksoy’un çocuğu olarak 1910’da İstanbul Çengelköy’de dünyaya gelir… Kültürlü ve sanata değer veren bir ortamda büyür ve gelişir…

Berksoy, ilköğrenimine 1917’de Kadıköy İlkokulunda başlar. Henüz ikinci sınıfa giderken ilk hikâyesini resimleyerek kâğıda ve sıralara yazan sanatçı, bu dönemde davudi sesiyle oldukça ilgi çekerken, çeşitli şiir ve operaları seslendirme şansı bulur…

Berksoy, Ortaokulu birincilikle bitirir ve İstanbul Kız Lisesi’nde öğrenime başladıktan bir süre sonra da yakınlarında bir konservatuvar açılacağını öğrenir. Dar’ül Elhan’da, Türkiye’de Batı müziğinin ilk kadın temsilcilerinden Nimet Vahit Hanım’ın şan öğrencisi olan sanatçı, babası her iki okula birden gitmesini istemeyince, ona yazdığı bir mektubunda kendini şöyle ifade eder:

“Benim ruhumu sürükleyen, bende alev haline gelen bir şey var, o da sanat aşkıdır.”

Başrolde Semiha Berksoy!

Kadın Sanatçı

Sanatçı, William Shakespeare’in “Hırçın Kız” adlı eserindeki “Kate” rolüyle, Muhsin Ertuğrul tarafından açılan Darülbedayi Tiyatro Okulu’nun sınavını kazanarak burada eğitim almaya başlar.

Profesyonel sanat hayatına da 1931’de Muhsin Ertuğrul’un çektiği “İstanbul Sokaklarında” adlı ilk sesli Türk filminde başrol oynayarak başlamış olur. 1932’ye gelindiğinde ise Darülbedayi’de (İstanbul Şehir Tiyatrosu) çalışmaya başlar ve çeşitli oyunlarda rol alır.

Sanatçı, Darülbedayi’de sahnelenen Türk operetlerinin primadonnası (operada baş kadın rolünü oynayan sanatçı) olur böylelikle…

Atatürk’ün de beğenisini kazandı

Semiha Berksoy, 19 Haziran 1934’de Ahmed Adnan Saygun’un bestelediği ilk Türk opera temsili “Özsoy” adlı eserde canlandırdığı “Ayşim” rolüyle dikkatleri üzerine toplayarak, Atatürk’ün de beğenisini kazanır…

Ressam Fikret Mualla ile tanışması ise 1930’lara denk gelir… İkilinin dostluğu, Mualla’nın İkinci Dünya Savaşı öncesi Fransa’ya gitmesiyle mektuplarda sürdürülür…. Sanatçı, birbirlerine yazdıkları mektupları, yolladıkları resim ve desenleri daha sonra yayına hazırlayarak, vefatından önce kızı Zeliha Berksoy’a bırakır ve böylelikle bu miras “İki Aykırının Mektupları” adıyla okurlarla buluşma şansı yakalar.

Ünlü sanatçı, Ankara Devlet Konservatuvarının açtığı sınavı kazanarak devlet bursuyla gittiği Almanya’daki Berlin Devlet Yüksek Müzik Akademisi Opera bölümünü’nü de yine üstün bir başarıyla, 1939’da birincilikle bitirir..

Aynı yıl, “Richard Strauss’un 75. Doğum Yılı Festivali”ndeki “Ariadne auf Naxos” operasında “Ariadne” başrolünü yorumlayan sanatçı, bu temsille Avrupa’da opera sahnesine çıkan ilk Türk sopranosu unvanını almaya hak kazanır.

Richard Wagner operalarına uzanan yolculuk

İlklerin Kadını; Semiha Berksoy

Sanatçı, Cemal Reşit Rey’i anma gecesinde yaptığı konuşmada, Avrupa’da çıktığı opera temsilini ve Türkiye’de yaşamasının sebebini, şu sözlerle aktarmıştır:

“Kalktım Berlin’e gittim. Avrupa’da ilk operaya ben çıktım. Wagner’in torunu, beni Almanya’da alıkoymak istedi. İstemedim. Vatan da-üs-sılası var bende. Hasta oluyorum. Yani kalamıyorum Avrupa’da. Melankoliye giriyorum. Vatan, vatan, vatanıma hizmet etmek istiyorum. Karşılığını da takdirini de gördüm. Çünkü bana, ‘Seni Türkiye’de takdir eden olmaz. Sen Avrupa’da Almanya’da kal.’ dediler. ‘Hayır.’ dedim. ‘Ben burada da takdir edildim. Bu yanlış bir düşünce.’ Burada da dünya çapında insanlar dolu. Kaynıyor yani bizde. Türk zekâsı çok üstün. Bizdeki zekâ Avrupa’da, Almanlar’da yok. Niye ben orada oturayım. Hamd olsun şu yaşa geldim, takdir görüyorum. Çünkü Türk milleti zeki. Atatürk’ün hakkı var.”

Sanatçı’nın, Türkiye’ye dönüşü 1940’a rastlar ve ilk konserini de Cemal Reşit Rey ile verir. Richard Wagner operalarında sahne alan sanatçı, 1941’de Ankara’da, Carl Ebert yönetimindeki “Tosca” ve “Madame Butterfly” operalarında da yer alır… Sanatçının “Tosca”daki performansı ise profesyonel anlamda ilk opera gösterisini teşkil eder. Bu ilkler yanında sanatçı “Lüküs Hayat” ve “Deli Dolu” operetlerinde de yer almıştır…

“Birinci Sınıf Dramatik Soprano”

Berksoy Ankara Devlet Operasının kurulmasında Carl Ebert ile birlikte görev alır ve 1950’de açılan Devlet Operasına solist olarak atanır.

Sanatçı 1951-1952 opera sezonunda, temsil edilen “Tiefland Çukurova Operası”nda başrol “Marta”yı oynadı ve ses uzmanı A. Lombardie başta olmak üzere diğer uzmanlar tarafından devlet operası kadrosunda “Birinci Sınıf Dramatik Soprano” olur. 1952’de Carl Ebert tarafından Beethoven’in “Fidelio Operası”nda dramatik soprano “Leonore” başrolü Berksoy’a verilir…

Sanatçı, opera rejisörü Feridun Altuna yönetiminde 1961’de “Hensel und Gratel” Operası’nın prömiyerinde “Hexe” başrolünü temsil eder ve 1963’teki “Kültür Bakanlığı 30. Sanat Yılı Jübilesi”nin galasında Verdi’nin “II.Trovatore Operası”nda ünlü “Azucena” rolünü canlandırır…

Kadıköy Süreyya Operasında, “Emir”, “Çardaş Fürstin”, “Maskot” ve “Leblebici Horhor Ağa” operetlerinde primadonna olarak sahneye çıkarken, 1999’a gelindiğinde, New York City Lincoln Center’de, Robert Wilson’un yönetimindeki, Umberto Eco’nun eseri “The Days Before Death, Destruction and Detroit III”te, Tristan ve Isolde Operası’ndan, Isolde’nin “Aşk Ölümü” aryasını seslendirir.

Devlet Tiyatrosundaki dramatik oyunlarda birçok defa rol alan ünlü isim, 1966’da çıkan personel kanunuyla yeniden baş sanatçı olup, 1972’de kendi arzusuyla emekli olur…

Resimler ve sürrealist öyküler

Resimler ve Öyküler

İlk resim derslerini annesinden alan sanatçı,1929’da çizdiği resimleri götürdüğü Güzel Sanatlar Akademisi Namık İsmail Atölyesi’ne, çalışmalarının beğenilmesinden dolayı burslu olarak başlar. Hayatı boyunca resim yapmayı yemek yemek kadar önemli gören usta sanatçı, bir yandan da avangart tarzdaki modern çalışmalara imza atar…

Refik Epikman ile İsmail Hakkı Toygar Seramik Atölyesinde heykel çalışmaları yapan ve resim ve gerçeküstü öykü alanında da eserler veren Berksoy’un resimleri aynı zamanda aralarında Berlin, Paris, İstanbul ve New York’un da olduğu birçok şehirde sergilenir…

Berksoy, 1984’te TBMM tarafından kamu sektöründe görev alan ilk kadın opera sanatçısı olarak, “Atatürk Opera Ödülünü”nün yanı sıra bir de 1961’de Dil Tarih Fakültesinde resim ödülü alır…

Henüz bir tiyatro öğrencisiyken “Kafatası” piyesinin sahnelenmesi için yapılan çalışmalarda tanıştığı Nazım Hikmet Ran’ın yazdığı “Bu Bir Rüyadır” operetinde “Fatma” rolünü, Cemal Reşit ve Ekrem Reşit Rey’in operetinde “Marlene” rolünü oynadı.

Berksoy ve uzun yıllar karşılıklı mektuplaştığı Nazım Hikmet’in kaleme aldığı mektuplar, daha sonra “Nazım Hikmet ve Tosca’sı Semiha Berksoy” adıyla kitaplaştırıldı.

Çileli aydın kuşağına mensup ve o kuşağın en yaratıcı portrelerinin başında gelen usta sanatçı Semiha Berksoy, kalp rahatsızlığı sebebiyle tedavi gördüğü hastanede, 15 Ağustos 2004’te 94 yaşındayken vefat eder…

Geriye ise tutkusuyla yaktığı sanat ateşi ve sayısız eseri miras kaldı…

Daha Fazlası İçin Bize Ulaşın

Daha fazla kültür sanat haberlerine ulaşmak için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz. Ayrıca kurslarımız hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bizi 0507 95 96 333 numaralı telefonumuzu arayabilir ya da mesaj bırakabilirsiniz.

Aklınızda oluşan soru işaretlerini gidermek için direk sanat merkezimize de gelebilirsiniz. Özellikle önceden arayıp randevu alarak ücretsiz bir şekilde resim hocamıza danışabilirsiniz.

Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Gelebilirim?

Sanat merkezimize İzmir’in her yerinden metroyla, otobüsle, vapurla ulaşım çok kolaydır. Karşıyaka dışından gelmek zor diye düşünmeyin sanat merkezimizin ulaşımı çok kolay, konumu da çok merkezidir.

İzmir’in neresinden isterseniz kolaylıkla gelebilirsiniz. Kaliteli bir eğitim istiyorsanız, mesafe bana uzak diye düşünmeden önce kesinlikle bir kez sanat merkezimizi ziyaret etmeli ve en azından bizimle bir kahve, bir çay içip sanat merkezimizde gerçekleşen eğitimler hakkında bilgi alıp, sıcak, samimi, eğlenceli sanat ortamımızı kendiniz görmelisiniz.

Karşıyaka Yelken Klübünün 300 metre, Bostanlı tarafına doğru  ilerisinde, halı sahaların çaprazında, Lion Kafe’nin yanında  zemin katta, Karşıyaka Yalı’ da sahilde yer almaktadır.

Aynı zamanda msn@erturgutsanatmerkezi.com mail adresimizden de bize ulaşıp hemen geri dönüş ile aklınızdaki soru işaretlerini giderebilirsiniz. Mutlu, umutlu, sağlıklı, sanat ve sağlıkla dolu günler dileriz.