İyisiyle kötüsüyle yaşamın kendisi bir ilham kaynağı…
Dünya, insanlığın tüm bu iyi ve kötü günlerine tanıklık eden ve her defasında insanlığa tutunacak bir dal uzatan dostu olmuştur… Elbette ki insanın bunu görmesi ve bu dala tutunması hiç de kolay olmamıştır.
Yeryüzünde pek çok salgın hastalık meydana gelmiştir, gelmeye de devam ediyor ve hatta edecektir. Kara Ölüm, Kara Veba yahut Büyük Veba Salgını, İspanyol gribi… Ve işte geldiğimiz noktada Covid- 19… Ve tablolardaki İzleri..
Normal şartlar altında, ‘hastalık’ büyük ölçüde özel bir olaydır; Hatta ortak bir hastalık bile çoğunlukla bireysel olarak acı çekmemizle sonuçlanır diyebiliriz…
Ancak bir pandemi söz konusu ise,- bugünlerde fazlasıyla mükemmel şekilde gördüğümüz üzere- bizi kolektif bir biçimde izolasyona sürükleyen unsurlar söz konusudur; yani yalnızlığımızda dahi yalnız değilizdir artık.
Bu durum, petek gibi örülmüş bir sistemde, metaforik kenarlarımız boyunca “bağlandığımızı” bize hatırlatır. Öyle ki bu sistemi uzun süre kabul etmeyenler bile peteğin içinde var olmayı sürdürmeye devam eder… Bugün geldiğimiz noktada, şebeke hayatı açığa çıkmış toplumlarda, bu çok kolay bir metafor gibi görünebilir. Ama petek sistemiyle ilgili en önemli şey belki de budur; onunla yeterince uzun yaşayınca, insan bir sonraki felakete kadar onun orada olduğunu unutur…
Kollektif bir izolasyon; yalnızlığımızda yalnız değiliz!
İçinde bulunduğumuz süreci anlamlandırabilmek için hepimizin kendi metaforları ve imgeleri var; olmaya da devam edecek…
Bu imgeler bizi tekrar kendimize yansıtan görsellerden oluşuyor… Korkularımızdan, sevinçlerimizden, hüzünlerimizden, tecrübelerimizden kısaca duygu dünyamızı biçimlendiren hemen her şeyden…
Geldiğimiz noktada henüz her şeyin ters gittiğini temsil eden bir imaja sahip değilsek bile terk edilmiş ana caddelerin ürkütücü görüntüleri bizi fazlasıyla etkilemeye devam ediyor zira bütün bunlar bize olası bir geleceğe, insanlık sonrası bir evrene, onu inşa edenlerin olmadığı yeni bir dünyaya dair bakış oluşturuyor.
Gördüklerimiz gözümüzün önünde yeni tasvirler oluşturmaya yetiyor da artıyor.
O halde hayal gücümüzü kışkırtan ne?
Hayal gücümüzü kışkırtan esas unsur görünmeyen dehşettir!
Peki, bu hayal gücü ve görünmez olanın ilhamı bize nasıl ulaşabiliyor? Cevap yine sanatta gizli…
İnsanlık için, mutlu geçen günlerden çok daha fazlası salgınlar, afetler, savaşlar, kıtlıklar, krizler ve daha nicesiyle geçti…
*Ne yazık ki tarih, iyi geçen günlerden pek haberdar olmadı:)
Tablolardaki Salgın
Resim sanatı ise tarihin bu kritik süreçlerini bize aracısız ulaştırabildi ve bizi çağlar ötesi bir anlayışla, farklı zihin dünyalarında buluşturacak bir alan oluşturabildi.
Haydi, gelin hep beraber bu çağlar ötesi alanı biraz inceleyelim…
The Triumph of Death (Ölümün Zaferi) / 1562 – 1563
Ünlü ressam Pieter Brueghel’in, 1562 senesinde, Ortaçağ Avrupasını kasıp kavuran büyük veba salgının ardından yaşanan toplumsal altüst oluşu ve insanlığın yaşadığı çaresizliği ve trajediyi tasvir ettiği eserin orijinal ismi “The Triumph Of Death” yani “ölümün zaferi”dir. Çalışmada, ölümün sıradan şeyler üzerindeki zaferi, Dünya’yı yerle bir eden büyük bir iskelet ordusu ile sembolize edilir.
Arka plan, yıkım sahnelerinin yer aldığı çorak bir manzaradır. Ön planda ise ölüm, ordularını kırmızımsı atından yöneterek yaşayanların dünyasını yok eder. Ne güç ne de bağlılık yaşayanları kurtaramaz. Bazıları karanlık kaderlerine karşı mücadele etmeye çalışırken, bazıları ise kaderlerine teslim olurken tasvir edilir. Ressamın bu çalışması yaşamın ve ölümün gerçeği olarak günümüze aktarılır.
O günlerde yaşanan korkunç çaresizliği, bizlere bizzat tarihin perspektifinden ibretle gösteren eser, günümüzde Madrid’deki Prado Müzesi’nde sergilenmektedir.
‘The Triumph of Death with The Dance of Death’ / 15.Yüzyıl
İtalyan ressam Giacomo Borlone de Burchis tarafından 15’inci yüzyılda yapılmış eser, “Kara Ölüm” olarak adlandırılan veba hastalığından ilhamla yapılmış olup eserde yaşayanlar ve ölüler arasındaki karşılaşma tasvir edilir. Ölüm onların sıradan servetiyle ilgilenmez, sadece hayatlarını ister.
Ayaklarının altında bir imparatorun ve bir papanın cesedi etrafı zehirli hayvanlarla çevrili bir şekilde resmedilir. O dönemde şövalyeler ve piskoposlar toplumun en güçlü üyeleri olarak biliniyordu ancak ölüler gelerek “Siz de böyle olacaksınız, ne gücünüz ne de dindarlığınız size kaçış sağlayacak” mesajı verir. Eser günümüzde İtalya’daki Oratorio dei Disciplini adlı müzede sergilenmektedir.
‘Doctor Schanebel von Rom’ / 1656
Paulus Fürst’ün 1656 yılında yaptığı gravürde 17’nci yüzyılda Fransa ve İtalya’da giyilen koruyucu bir kostüm tasvir ediliyor. Roma’daki doktorlar ve vebaya karşı koruyucu kıyafetleri hakkında bir genel bakış atacak olursak; Üzerinde ceket, eldiven, maske ve şapka bulunan, sağ elinde kanatlı bir kum saati olan bir sopayı tutan, sol arka planda aynı figür ve R arka planında kaçan çocuklar gösteren İtalyan bir geniş kenardan sonra bir gravür ile bir İtalyan şehrinin görünümü; kazınmış başlık ve metin ile yaklaşmakta olan ölümü çağrıştırdığı için bu eser, insanları o dönemde dehşete düşürmüştü…
Eser şu anda British Museum’un koleksiyonunda yer alıyor.
Mahşerin Dört Atlısı- Albrecht Dürer / 1496 dolayları
Hristiyanlıkta Kıyamet alameti olarak ortaya çıkacağına inanılan dört atlı’nın, Yeni Ahit’teki -Vahiy Kitabı olarak da bilinen Apokalips bölümünde belirtildiğine göre, Kıyamet felaketlerini getirecek olan yedi mührün açılması ile birlikte ortaya çıkacakları ifade edilir. Bazı akademisyenlere göre beyaz at ve binicisi İsa’yı, kızıl at ve binicisi kan ve savaşı, siyah at ve binicisi kıtlığı, soluk renkli at ve binicisi ise salgın hastalıkları ve ölümü sembolize eder. Eser, Almanya’nın Karlsruhe kentinde bulunan Staatliche Kunsthalle Müze’sinde sergilenmektedir.
İnsan Hayatının Kısırlığı – Salvator Rosa / 1656 dolayları
1655’te Napoli’yi yıkıcı bir veba saldı. Salvator Rosa’nın oğlu Rosalvo, erkek kardeşi, kız kardeşi, kocası ve çocuklarından beşi öldü. İnsan hayatının geçiciliği 17. yüzyıl resim ve düşüncesinde yinelenen bir temaydı, ancak Rosa için bu resmi yaptığı yıl, konu trajik bir yakınlığa sahipti.
Arkadaşı Ricciardi’ye yazdığı bir mektupta, bu çoklu yasın onun üzerindeki etkisini açıklığa kavuşturuyor: “Bu sefer cennet beni öyle bir şekilde vurdu ki, bana tüm insan ilaçlarının işe yaramaz olduğunu ve acımın en hafiflemiş halinin sana yazarken ağladığımı söylediğimdeki anda olduğunu gösterdi.”
Resimde, Kara Ölüm (iskelet) çocuğu parşömen üzerine yazmaya yönlendiriyor. Parşömende ise “Conceptio Culpa, Nasci Pena, Labour Vita, Necesse Mori” yazıyor, yani “Gebe kalmak bir günahtır, Doğum acıdır, Hayat emektir, Ölüm bir zorunluluktur.” Eser, İngiltere’nin Cambridge şehrindeki Fitzwilliam Müzesi’nde sergilenmektedir.
Merhametin Yedi Şekli – Caravaggio / 1607
Avrupa’da görünen büyük salgınının en üzücü sonuçlarından biri de ölülerin düzgün bir şekilde gömülememesiydi. Ressam Caravaggio, Napoli’nin sokaklarında yaşanan ve cesetlerin toplanmasında yardımcı olan Hristiyan topluluğunun temel bir “merhameti” olarak göstermiştir. Floransa’daki Kara Veba salgınına şahit olan Giovanni Boccaccio, yas tutmanın dahi imkânsız olduğunu ve cesetlerin sokağa atıldığını anlatıyor. Cesetlerle dolu olan veba çukurları, ölülerin toplu mezarlara atıldığının ispatını sunuyor. Günümüzde eser, İtalya’nın Naples şehrindeki Pio Monte della Misericordia Kilisesinde sergilenmektedir.
‘Self-Portrait after Spanish Influenza’ / 1919
Sanatçının salgının bir sonucu olarak yaşanan korkunç acıyı temsilini tasvir ediyor. İlk yıllarından beri ölüm, hastalık ve melankoli, Munch için önemli konulardı. Munch, kısmen erken yaşta aile üyelerini tüberküloza kaybetmesinin bir sonucu olarak ve kısmen de hassas sağlığının bir sonucu olarak, bu konuları kariyeri boyunca en unutulmaz resimlerinin merkezi olarak benimsedi.
Resimlerinde ve karakterlerinde ölüm meleğini anımsatan karanlık ortamlar, eserlerinin en önemli özelliği haline geldi. İspanyol gribi Avrupa’yı vurduğunda, bu hastalığın kurbanlarından biri oldu. Hâlâ gripten iyileşirken ilk resmini yaptı, boş bir odada yatağının yanındaki bir sandalyede oturup bir bornozla oturduğunu hayal etti.
Solgun, bitkin ve önceki otoportrelerinde olduğu gibi yalnız görünüyor. Yorgun yüzü ve açık ağzı bize İspanyol gribinin en sık ifade edilen semptomu olan nefes almada zorluk yaşatıyor. Hasta kişinin sevdiklerini kaygı ve korkuyla bekledikleri önceki bazı portrelerindeki hastalık tasvirlerinin aksine, kendisini, buna tek başına katlanması gereken bir kurban olarak tasvir ediyor.
Bu nedenle, Munch için İspanyol gribi çağında ortaya koyduğu bu eserde “sıradan” hastalık ve ölümden farklı bir şey olduğunu da söyleyebiliriz.
Ünlü ressamın eseri bugün Oslo’daki National Gallery’de sergileniyor.
Posterazzi The Plague’ / 1898
Günümüzde İsviçre’deki Kunstmuseum’da sergilenen Arnold Böcklin’e ait bu eser, sanat tarihçilerine göre 1898’de Mumbai’de ortaya çıkan veba salgınıyla ilgili haberlerden ilham alınarak yapıldı. Sembolist bir ressam olan Böcklin, burada ölümü kişiselleştirerek Orta Çağ kasabasında uçan kanatlı bir yaratığa bindiriyor.
‘The Family’ / 1918
20’nci yüzyılın korkunç salgınlarından biri olan İspanyol gribinden ölen Egon Schiele’nin son yaptığı resimlerden biri “The Family”. Schiele, bu eserinde kendisini, gripten ölen eşini ve doğmamış çocuğunu resmediyor. Ressamın eşi Edith, gebeliğinin 6’ncı ayında İspanyol gribinden hayata veda etti. Schiele’nin bu eseri eşinin ölümünden üç gün sonra yaptığı biliniyor.
‘Ignorance = Fear’ / 1989
1980’ler ve 1990’ların başında HIV salgını baş gösterdi. Keith Haring bu posteri, 1988’de kendisine AIDS teşhisi konulmasından bir yıl sonra tasarladı. Posterde üç maymunu canlandıran üç figür yer alıyordu. Bu da AIDS salgınını ve bu hastalığa yakalananların karşılaştıkları mücadeleleri kabul etmeyip saygı göstermeyen bireylerin yarattığı zorluklara karşı bir eleştiriydi. Keith Haring, 1990 yılında 31 yaşında AIDS’ten öldü. Eser, Paris’te Noirmont Art Production’ın da sergileniyor.
Daha Fazlası İçin Bize Ulaşın
Daha fazla kültür sanat haberlerine ulaşmak için bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip edebilirsiniz. Ayrıca kurslarımız hakkında ayrıntılı bilgiye ulaşmak için bizi 0507 95 96 333 numaralı telefonumuzu arayabilir ya da mesaj bırakabilirsiniz.
Aklınızda oluşan soru işaretlerini gidermek için direk sanat merkezimize de gelebilirsiniz. Özellikle önceden arayıp randevu alarak ücretsiz bir şekilde resim hocamıza danışabilirsiniz.
Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Gelebilirim?
Sanat merkezimize İzmir’in her yerinden metroyla, otobüsle, vapurla ulaşım çok kolaydır. Karşıyaka dışından gelmek zor diye düşünmeyin sanat merkezimizin ulaşımı çok kolay, konumu da çok merkezidir.
İzmir’in neresinden isterseniz kolaylıkla gelebilirsiniz. Kaliteli bir eğitim istiyorsanız, mesafe bana uzak diye düşünmeden önce kesinlikle bir kez sanat merkezimizi ziyaret etmeli ve en azından bizimle bir kahve, bir çay içip sanat merkezimizde gerçekleşen eğitimler hakkında bilgi alıp, sıcak, samimi, eğlenceli sanat ortamımızı kendiniz görmelisiniz.
Karşıyaka Yelken Klübünün 300 metre, Bostanlı tarafına doğru ilerisinde, halı sahaların çaprazında, Lion Kafe’nin yanında zemin katta, Karşıyaka Yalı’ da sahilde yer almaktadır.
Aynı zamanda msn@erturgutsanatmerkezi.com mail adresimizden de bize ulaşıp hemen geri dönüş ile aklınızdaki soru işaretlerini giderebilirsiniz. Mutlu, umutlu, sağlıklı, sanat ve sağlıkla dolu günler dileriz.
>> Otobüsle Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Otobüsle gelmek isteyenler Bostanlı yönüne giden her hangi bir otobüse binerek, Karşıyaka Yelken Klübünden sonra gelen Yunuslar Durağında inerek, geldikleri yöne doğru geri 1 dakika yürüyerek Erturgut Sanat Merkezine ulaşırlar.
>> Metroyla Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Metroyla gelmek isteyenler Karşıyaka Çarşı durağında indikten sonra Çarşıdan sahile doğru yürümelidirler ve sonra yukarıda yazan yürüyerek tarifini takip etmelidirler.
>> Vapurla Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Vapurla gelmek isteyenler Bostanlı vapuruna veya Karşıyaka vapuruna binerek gelebilirler, Karşıyaka vapuruna binenler yukarıda yazan yürüyerek tarifini takip edebilirler. Bostanlı Vapuruyla gelecek olanlar için ise Bostanlı İskelede indikten sonra Karşıyaka yönüne doğru 3-4 dakika yürüyerek Yunuslar Heykelini geçtikten sonra 2-3 dakika yürüme mesafesi sonrasında Erturgut Sanat Merkezine ulaşabilirler.
>> Dolmuşla Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Dolmuşla gelmek isteyenler Karşıyaka Çarşı durağında indikten sonra Çarşıdan sahile doğru yürümelidirler ve sonra yukarıda yazan yürüyerek tarifini takip etmelidirler.
>> Tramvayla Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Tramvayla gelmek isteyenler Yunuslar durağında indikten sonra Karşıyaka yönüne doğru 1 dakika yürüyerek sanat merkezimize ulaşabilirler.
>> Yürüyerek Erturgut Sanat Merkezine Nasıl Ulaşılır?
Çarşıdan veya Karşıyaka Vapur İskelesinden yürüyerek gelecek olanlar, çarşıdan çıktıktan sonra sağa veya çarşıya girmeden sola doğru yani Bostanlı yönüne doğru 9-10 dakika yürüyerek Karşıyaka Yelken Klübüne ulaşırlar, Karşıyaka Yelken Klübünden ise 200 metre devam ederek Ziraat Bankası’nı da geçtikten sonra Lion Kafe’nin hemen yanındaki Erturgut Sanat Merkezine ulaşırlar. Aksoy, Alaybey, Atakent, Bahariye, Bahçelievler, Bahriye Üçok, Bostanlı, Cumhuriyet, Dedebaşı, Demirköprü, Donanmacı, Fikri Altay, Goncalar, İmbatlı, İnönü, Latife Hanım, Mavişehir, Mustafa Kemal, Nergiz, Örnekköy, Sancaklı, Şemikler, Tersane, Tuna, Yalı, Yamanlar, Zübeyde Hanım gibi yerlerden de yürüyerek veya otobüsle çok kısa sürede sanat merkezimize ulaşabilirsiniz.